Genetik biliminin kurucusu kabul edilen Avusturyalı botanik bilgini ve rahip Gregor Mendel'dir
GREGOR MENDEL HAKKINDA
Bilim adamı” deyince çoğumuzun gözünde laboratuvarda deneylerine
gömülmüş, ak önlüklü, gözlüklü biri canlanır. Oysa bilimin öncüleri
arasında çalışmasını kum üzerinde (Arşimet), eğik kulede (Galileo),
çiftlikte (Newton), doğa araştırma gemisinde (Darwin), patent bürosunda
(Einstein) yapanları biliyoruz. Bilim düşünsel bir etkinliktir; yeri
laboratuvarla değil, zekâ, imgelem ve istenç gücüyle sınırlıdır. Bunun
çarpıcı bir örneğini çalışmalarını aralıksız yirmi yıl manastır
bahçesinde sürdüren keşiş Mendel vermiştir.
Genetik biliminin kurucusu Gregor Mendel, Avusturya imparatorluğuna
dahil Çekoslavakya’da yoksul bir köylü çocuğu olarak dünyaya gelir. O
zaman kırsal kesimde hâlâ bir tür derebeylik düzeni egemendi. Topraksız
köylüler için boğaz tokluğuna ırgatlık dışında fazla bir seçenek yoktu;
tek kurtuluş yolu belki de eğitimdi.
Ne var ki, eğitim de çoğunluk ilkokulla sınırlı kalmaktaydı; daha
ilerisi için halkın parasal gücü yoktu. Herkes gibi Gregor’un da
doğuştan alın yazısı babası gibi rençber olmaktı. Ama hayır, bu çocuk
düzenin koyduğu engeli aşacak, kendine özgü kararlılık içinde yeteneğini
ortaya koyacaktı. İlkokuldaki başarısı göz kamaştırıcıydı.
Öğretmenlerinin ısrarı üzerine aile, sonunda çocuğun orta öğrenimi için
izin verir. Gregor, evinden uzakta altı yıl bir yurtta yetersiz bakım ve
beslenme koşullarına göğüs gererek okur; ama, acısını uzun yıllar
çekeceği yorgun, cılız ve sağlıksız bir bedenle mezun olur.
Mendel daha öğrencilik yıllarında bilimin büyüsüne kendini kaptırmış;
özellikle botanik yoğun ilgi alam olmuştu. Fakat yüksek öğrenim onun
için ulaşılması güç bir hayâldi. Burs olanağı yoktu; kız kardeşinin
bağışladığı çeyizi de yeterli olmaktan uzaktı. Mendel için bir tek yol
vardı: Bir katolik manastırına girmek. Avusturya’da botanik müzesi,
bahçe bitkileri ve zengin kitaplığıyla ünlü Brünn Manastırı Mendel için
“ideal” bir öğrenim merkeziydi.
Yirmibeş yaşında “papaz” unvanını alan Mendel’in asıl özlemi hiç değilse
bir ortaokulda öğretmen olmak, araştırmaları için daha elverişli bir
ortam bulmaktı. Bu amaçla girdiği sınavda yeterli görülmez. Üniversite
öğreniminden yoksun kalmış olması önemli bir handikaptı. Genç papaz
umudunu yitirmemiştir.
Viyana Üniversitesi’nde dört sömestr fizik ve doğal tarih öğrenimi
gördükten sonra şansını yeniden dener. Ama yine başarılı görülmez. Sınav
kurulu önyargılıdır; kendine özgü değişik bir tutum sergileyen genci
anlamaktan uzak kalır. Adayın özellikle evrim ve kalıtıma ilişkin
görüşleri bağışlanır gibi değildi. Mendel için artık manastıra çekilip
araştırmalarını bahçe bitkileri üzerinde sürdürmekten başka çare
kalmamıştı.
Canlılarda özelliklerin kuşaktan kuşağa geçişi, Mendel’in sürgit ilgi
odağını oluşturan konuydu. Herkes yeni doğan bir yavrunun atalarının
özelliklerini taşıdığını biliyordu. Dahası, kimi yavrunun daha çok
anaya, kimi yavrunun da daha çok babaya çektiği gözden kaçmıyordu. Ancak
bilinen bu olayların “bilimsel” diyebileceğimiz bir açıklaması yoktu
ortada.
Mendel bezelyeler üzerindeki deneylerine öyle bir açıklama bulmak için
koyulmuştu. Çalışmasını, bu amaçla seçtiği 22 çeşit bezelyenin
boylu-bodur, sarı-yeşil, yuvarlak-buruşuk,… gibi 7 çift karşıt
özellikleri üzerinde yoğunlaştırır.
Örneğin, boylu ve bodur çeşitlerim çapraz döllediğinde ilk kuşak melez
ürünün tümüyle boylu olduğunu saptar. Melez ürünü kendi içinde
dölleyerek elde ettiği ikinci kuşak ürünün büyük bir bölümünün boylu,
küçük bir bölümünün ise bodur olduğu görülür (aşağıdaki şekile
bakınız!). Mendel iki çeşit arasındaki oranı hesaplar: 1064 bitkinin
yaklaşık 3/4′ü boylu, 1/4′ü bodurdur. Örneklem büyüklüğünden kaynaklanan
olası hatayı göz önüne alan Mendel, oranı 3:1 olarak belirler (Boylu
faktörü B, Bodur faktörü b ile gösterilmiştir).
Şekilde belirlenen durumun iyi anlaşılması için birkaç noktanın açıklık kazanması gerekir:
(1) Döllenmede boylu ve bodur bezelyelerin hangisinin dişi, hangisinin
erkek olduğu, sonucu etkilememektedir. Başka bir deyişle özelliğin
belirlenmesinde boylu erkek, bodur dişi çift ile bodur erkek, boylu dişi
çifti eşdeğerdir.
(2) Dişi ya da erkek her canlı her özellik için biri başat, diğeri
çekinik iki faktör taşır. Bezelye örneğinde, ilk kuşaktaki Bb melezinde
ortaya çıkan B başattır, gizli kalan b çekiniktir.
(3) Dişi ve erkekte her üreme hücresi faktörlerden yalnızca birini
taşır; öyle ki, her yavru iki faktörle dünyaya gelir. Kuramın bu temel
ilkesine “Mendel’in ayırım yasası” denmiştir.
(4) İlk kuşaktaki melez (Bb) yavruların tümüyle boylu olması,
faktörlerin döllenmede kaynaşmadığı, başat ya da çekinik her faktörün
bireysel kimliğini koruduğunu gösterir. Nitekim ikinci kuşakta
faktörlerin BB, Bb, bB ve bb olarak çıktığını görüyoruz.
“Mendel’in bağımsız çeşitler” diye bilinen bu yasası yavruların kimi kez
ana ve babaya değil, geçmişteki atalarına benzeme olayım da
açıklamaktadır. Şöyle ki, kuşaktan kuşağa gizil kalan çekinik
faktörlerin birbiriyle birleşip ortaya çıkma olanağı vardır. Aynı
şekilde yavrunun ana babadan birine daha çok benzemesi de başat ve
çekinik faktörlerle açıklanan bir olaydır (Bağımsız çeşitler yasasını
kısaca şöyle dile getirebiliriz: Döllenmede iki cinsiyetin her birinden
gelen tek faktörler birbiriyle bağımsız ve rastgele birleşirler).
Mendel başka bitkiler üzerinde yaptığı deneylerden de aynı sonucu
almıştır. Daha sonra, biyologların böcek, balık, kuş ve memeliler
üzerinde yürüttükleri deneyler de onun genetik teorisini doğrulamıştır.
Mendel teorisi, evrim kuramının başlangıçta açıklamasız bıraktığı kimi
önemli noktalara da ışık tutmuştur. Evrimi doğal seleksiyonla açıklayan
Darwin de herkes gibi ana-baba özelliklerinin yavruda bir tür
kaynaştığını varsayıyordu. Oysa bu doğru olsaydı, doğal seleksiyonla
üstünlük kazanan özelliklerin kuşaklar boyu zayıflama sürecine girmesi
gerekirdi.
Örneğin, çok hızlı koşan bireyle koşma hızı normal bireyin
çiftleşmesinden doğan bireyin (yavru) koşma hızı ikisi arasında olacak,
sonraki kuşaklarda fark daha da azalarak kaybolmaya yüz tutacaktır.
Darwin de bunun böyle olmadığının farkındaydı. Kaynaşma varsayımı ne
kimi yavruların ana babadan yalnızca birine benzemesi olayıyla, ne de
ara sıra görüldüğü gibi, beklenmedik bir özellikle dünyaya gelme
olayıyla bağdaşmaktaydı. Özelliklerin önceki kuşak veya kuşaklardan
olduğu gibi ve ayrı birimler olarak yavruya geçtiği düşüncesi, Mendel
kuramının getirdiği bir açıklamadır.
Mendel, kuramını 1865′te bilim çevrelerine sunmuştu. Ancak Mendel
hayatta iken ilgi çekmeyen kuramın önemi, otuz beş yıl sonra kavranır.
Hugo de Vries ve Weismann gibi bilim adamlarının çalışmaları olmasaydı
Mendel’in devrimsel atılımı belki de daha uzun süre gün ışığına
çıkmayacaktı.
Genetik teorisi, evrim kuramına yeni bir boyut kazandırmakla kalmamış,
günümüzde olumlu olumsuz çokça sözü edilen “genetik mühendisliği” denen
bir çalışmaya da yol açmıştır.