SİYASİ-İDARİ
AYGUCİ : Vezir
BALIK : Şehir
BİTİGÇİ : Kâtip(tamgacı)
BUYRUK : Bakan
FEDERATİF: (DEREBEYLİK)Kavimler Göçü sonrasında Avrupa'da kralların yetkilerini derebeylerle paylaştığı siyasi yapı
APA : Saray görevlisi
HAKAN : (KAĞAN) Hükümdar
HATUN : (KATUN=>KADIN)Hükümdarın eşi
İKİLİ TEŞKİLAT: (ÇİFTE HÜKÜMDARLIK): Devletin iki idari bölgeye ayrılarak yönetilmesi(han-yabgu)
KURULTAY: (TOY=KENGEŞ) danışma meclisi
KUT : Tanrı tarafından verildiğine inanılan yönetme gücü
ORGİN :Taht
OTAĞ : Hükümdar çadırı
ŞAD : Kağan kardeşi (Vali)
TİGİN : (TEKÎN)Şehzade
TOYGUN : Meclis üyeleri
TUĞ : Sancak
YABGU : Türklerde genellikle hükümdarın kardeşi olan ve ülkenin bir bölümünü idare eden idarecilere verilen unvan
YARLIĞ : Hükümdar buyruğu
SORGUÇ : Hükümdarların ve vezirlerin sarıklarının üzerlerine taktıkları tüyden süsler
Hükümdar Unvanları: HAN HAKAN, KAĞAN, YABGU, TANHU, ŞANYÛ, İDİKUT, İLTEBER,
ASKERİ
ONLU SİSTEM: Ordunun onbaşı, yüzbaşı gibi
SUBAŞI : (TARKAN)Ordu komutanı
TURAN TAKTİĞİ: (HİLAL) Sahte geri çekilişle düşmanın çember içine alındığı savaş taktiği.
TARKAN - SUBAŞI: Ordu Komutanı
SOSYAL
ATAERKİL: Babanın hâkimiyetine dayalı Türk aile yapısına verilen ad.
BOY (BOD): Sosysal, siyasi birim
BODUN: Boylar birliği, millet,- Boyların biraraya elmesiyle oluşan siyasi teşekkül.
II : (EL)Devlet
KÜN : Halk
OĞUŞ : Aile
ÖRF : Halk arasında zamanla oluşan adet, gelenek ve görenekler
SOSYAL DEVLET: Halk arasındaki eşitsizliği gidermeye çalışan, halka hizmeti görev kabul eden yönetim
URUĞ : Soy, sülale
DİNİ
BALBAL : Mezar taşı, - Eski Türklerde ölen bir kişinin sağlığında öldürdüğü düşman sayısı kadar mezarın üzerine dikilen taş.
BENGÜTAŞ: Yazılı anıt
BUDİZM : Buda öğretili inanış
ŞAMANİZM: GÖKTANRI İNANCI Tek tanrı inancına dayalı eski Türk dini.
KURGAN : Anıt mezar
MANİHEİZM: Resim yapmayı kutsal sayan inanış
ONGUN : Kutsal hayvan
TOTEM :Kutsal cansız varlıklar
ŞAMAN : - KAM - BAKSI Din adamı
TAMU : Cehennem
UÇMAĞ : Cennet
YER-SU : Kutsal yerler, vatan
YUĞ : Ölü gömme töreni
EKONOMİ
AĞILIG : Hazine görevlisi
KAMDU : Mühürlü bez paralar
TUDUN : Vergi memuru
SANAT
KOPUZ : Türklerde yaygın olarak kullanılan çalgı aleti
KOŞUK : Şiirler
SAGU : Ağıt
SAV : Güzel sözler
HUKUK
TÖRE: Türklerde adet ve geleneklerden oluşan sözlü hukuk kuralları
YARGUCI: Tercüman, elçi, yargıç
TÜRKİYE SELÇUKLU DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE UYGARLIK
Türk Tarihinin Dönemleri:
1071 Malazgirt zaferiyle Türklerin Anadolu’ya girmeleri ile birlikte, Türkiye Tarihi adı verilen yeni bir dönem başladı. Türkiye Tarihinin dönemleri şunlardır:
1- Anadolu’nun Oğuzlar tarafından fethi dönemi
2- Türkiye Selçuklu Dönemi
3- Türk beylikleri Devri
4- Osmanlı İmparatorluğu Devri
5- Türkiye Cumhuriyeti Devri
Anadolu’da Kurulan ilk Türkmen Beylikleri:
1-Danişmentoğulları => Tokat,Niksar,Amasya ve Kayseri
2- Saltukoğulları => Erzurum,Kars,Artvin
3- Müngücekler => Erzincan,Kemah
4- Artukoğulları => Diyarbakır ve çevresi
5- Çaka Beyliği => İzmir ve çevresi
Bu beylikler Anadolu’nun Türkleşmesinde etkili oldular. İlk Tüerkmen beylikleri olarak bilinen bu beylikler siyasi ve askeri yönden daha çok kültür ve uygarlık alanında etkili oldular. Bu dönemde özellikle mimaride Anadolu’nun çeşitli yerlerine Türk-İslam damgası vuruldu.
Türkiye Selçuklu (Anadolu Selçuklu) Devleti
- Melikşah’ın komutanlarından Süleyman Şah tarafından kuruldu.
- İlk başkenti İznik’tir.
- Haçlı seferlerinden sonra merkezlerini Konya’ya taşıdılar.
- En önemli hükümdarları Alaaddin Keykubat’tır.
- Kösedağ savaşı sonunda Moğolların istilasına uğradılar ve parçalandılar.
- Kösedağ savaşıyla Anadolu’nun siyasal birliği bozuldu.
- Anadolu Selçukluları hemen hemen her alanda Büyük Selçuklu’nun etkisinde kaldı.
Türkiye Selçuklularında Devlet Ve Memleket Yönetimi:
- devletin başında Selçuklu soyundan gelen ve sultan ünvanı taşıyan bir hükümdar bulunurdu.
- Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malıydı.
- Devlet yönetimindeki örgütlenme B.Selçuklulara benzerdi.
- Devlet işleri Büyük Divan’da görüşülürdü. Divan’a vezir başkanlık ederdi.
- Divan’nın diğer üyeleri şunlardır:
Naip: Sultanın savaş veya diğer nedenlerle merkezden ayrılması durumunda onun yerine devlet ve memleket işlerine bakan kişidir.
Müstevfi: Devletin bütün mali ve ekonomik işlerinden sorumlu idi.
Pervaneci: Has ve tımarların dağıtılması ve bu alandaki defterleri tutan görevli idi.
Emr-i Arız: Ordunun maaş ve levazım işlerine bakardı.
Tuğracı: Hükümdarın emir ve fermanlarını hazırlardı.
Emir-i Dad: Adalet işlerinden sorumlu idi.
Divan-ı İstifa(Maliye),Divan-ı Tuğra(yazışma),Divan-ı İşraf(teftiş) ve Divan-ı
Arz(askerlik) olmak üzere çeşitli divanlar vardı.
Eyaletleri hükümdar ailesinden gelen prensler yönetirdi. Bu prenslerin yanında Atabey
adı verilen danışmanlar görev yapardı.
Ordu ve Donanma
- Büyük Selçuklulardaki askeri yapının hemen hemen aynısı idi. Tek fark paralı askerlere daha fazla yer vermesiydi.
- Ordu; Gulaman-ı Saray,Hassa Ordusu,Tımarlı Sipahiler,Türkmenler ve Yardımcı kuvvetlerden oluşmaktaydı.
- Donanmaya büyük önem verilmişti. Türkiye Selçuklu döneminde Alanya ve Sinop’ta tersaneler inşa ettirilmiştir.
ÇÖN: Gerçek anlamda ilk Türk donanması Çaka Bey tarafından kurulmuştur.
H Hukuk, Toplum Yaşamı ve Ekonomi
- Hukukta şer’i(islami) ve örfi(gelenekler) geçerli idi.
- Toplum; şehirli,köylü ve göçebe olmak üzere üç gruba ayrılırdı.
- Ticaret ve sanatla uğraşanların meslek ilkelerini belirleyen ahilik örgütleri vardı.
- Türkiye Selçukluları doğu-batı ticaretinin gelişmesinde doğrudan etkili olmuşlardır.
- Ticari yolların güvenliği sağlamak amacıyla Anadolu’nun çeşitli bölgelerine hanlar ve kervansaraylar inşa edildi.
- Akdeniz’e ve Karadeniz’e açılan limanlar sayesinde dış ticaret daha da ilerledi.
- Kurulan tersaneler sayesinde Sinop ve Alanya önemli ticari merkezler haline geldi.
- A.Selçuklularında toplumsal yönü ağır basan bayındırlık hareketlerine öncelik verilmiştir.
- Çok sayıda yardım kuruluşu ve şifahane açılmıştır.
Kayseri’deki Gevher Nesibe , Konya’daki Alaaddin Keykubat ve Sivas’taki İzzettin Keykavus hastaneleri gibi.
Edebiyat,Bilim ve Sanat
- Saray ve halk dili => Türkçe , Edebiyat dili => Farsça , Bilim dili Arapça idi. Karamanoğulları döneminde Mehmet Bey tarafından Türkçe resmi dil ilan edildi.
- Yunus Emre,Hacı Bektaşi Veli,Mevalana gibi önemli hümanist düşünür ve edebiyatçılar bu dönemde yetişti.
- Hoca Dehhani ve Nesimi şiirleriyle döneme damgalarını vurdular.
- Serbest Ticaret Anlaşmaları Kapsamında Ülkemize Tarım Ürünlerinde Tanınan Taviz Listeleri
Dünyanın Yeni Yedi Harikası
İşte dünyanın yeni 7 harikası;
Çin Seddi: Yapımına 2 bin 227 yıl önce başlanan ve günümüzde UNESCO tarafından koruma altına alınan dünyanın en uzun abidesi, Pasifik Okyanusu'ndan Orta Asya'ya kadar uzanıyor. Büyük Çin Seddi, mevcut surları birleştirilmiş bir savunma sistemi şeklinde birbirine bağlamak ve Çin'i Moğol saldırılarından korumaya için inşaa edilmişti. İnsan eliyle bugüne dek yapılmış en büyük ve uzaydan görülebilen tek abide olan anıtın yapımında binlerce kişinin hayatını kaybettiği ifade ediliyor.
Petra: Arab Çölü'nün bir ucunda bulunan Petra, Kral IV. Aretas'ın (M.Ö. 9 M.S. 40) imparatorluğu döneminde Nabataean'ın muhteşem başkenti idi. Su teknolojisi konusunda uzman olan Nabateanslılar, şehirlerini büyük su kanalları ve su hazneleriyle donatmışlardır. Greko-Roman örneklerine uygun olarak tasarlanmış bir amfiteatr 4 bin kişiyi ağırlayacak kapasitededir. Bugün Petra'nın Mezar Sarayı, 42 metrelik Helen sitili El-Deir Manastırı'nın tapınak duvarıyla Orta Doğu kültürünün göz kamaştıran bir örneğini oluşturmaktadır.
Christo Redentor: Kurtarıcı İsa Heykeli: Heykel 38 metre yüksekliğinde ve Rio de Janeiro şehrine tepeden bakan Corcovado Tepesi'nin üzerine yerleştirilmiştir. Brezilyalı Heito da Silva Costa tarafından tasarlanan ve Fransız heykeltıraş Paul Landowski tarafından gerçekleştirilen bu anıt, dünyanın en çok tanınan anıtlarından biridir. Yapımı 5 yıl süren heykel Ekim 1931'de açılmıştır. Yılda 1.8 milyon turisti kollarını açarak karşılayan heykel, şehrin ve Brezilya halkının sıcaklığının sembolü haline gelmiştir.
Chichen Itza Piramidi: Chichen Itza Piramidi (M.Ö. 800 öncesi) Yucatan Yarımadası, Meksika Chichen Itza, Maya medeniyetinin ekonomik ve politik merkezi olarak hizmet vermiş en meşhur Maya tapınak sitesidir. Değişik yapıları Kukulkan piramidi, Chac Mol Tapınağı, Bin Kolonlar Geçidi, Tutukluların Oyun Sahası bugün dahi harikulade bir mimari alan ve mekân düzenleme göstergesi olarak kendini göstermektedir. Piramidin kendisi Maya tapınaklarının en sonuncusu hiç şüphesiz en büyüğüdür.
Machu Picchu: Inka İmparatoru Pachacutec 15. yüzyılda Manchu Picchu ("Eski Dağ") olarak bilinen dağda bulutlar içinde bir şehir inşa ettirmiştir. Bu muhteşem yerleşim merkezi And platosundan başlayarak balta girmemiş Amazon ormanlarının Urubamba Nehrine kadar uzanmaktadır. İnkalar tarafından çiçek hastalığı salgınından dolayı terkedilmiştir. İspanyolların İnka İmparatorluğunu ele geçirmelerinden sonra şehir üç yüz yıl boyunca "kayıp" olarak kalmış ve 1911 yılında Hiram Bingham tarafından tekrar bulunmuştur.
Roma Coliseum'u: Roma şehrinin merkezinde bulunan bu muhteşem amfi tiyatro başarılı lejyonerlerin ve Roma İmparatorluğu'nun onuruna inşa edilmiştir. Dizayn tasarımı bugün dahi geçerli olan bir anıttır ve yapılışından 2 bin yıl sonra modern stadyumlar Coliseum'un orijinal tasarımından etkilenmektedir. Bugün, filmler ve tarih kitaplar vasıtasıyla bu arenada seyircilerin beğenisine sunulan acımasız dövüşler ve oyunlar hakkında daha fazla bilgi sahibiyiz.
Tac Mahal: Bu çok büyük anıt cami beşinci Müslüman Moğol İmparatoru, Jahan Şahın emir üzerine, vefat eden çok sevdiği karısının hatırasına ve onuruna inşa edilmiştir. Her yıl yaklaşık 3 milyon ziyaretçinin gezdiği beyaz mermerden yapılan saray, duvarlarla çevrili bahçelerin içinde yer almaktadır. Tac Mahal Hindistan'da Müslüman sanatının en mükemmel bir mücevheri olarak kabul edilmektedir. Daha sonra İmparatorun burada hapsedildiği ve Tac Mahal'i koğuşunun sadece küçük bir penceresinden gördüğü söylenmektedir.
TÜRKİYE DERECEYE GİREMEDİ
Katılımcıların internet ve telefonla verdiği oylar neticesinde belirlenen dünyanın yeni 7 harikası bu şekilde sıralanırken, yarışmaya Ayasofya Müzesi ile katılan Türkiye, dereceye giremedi.
Ayasofya Müzesi, mimarisi, ihtişamı, büyüklüğü ve işlevselliği yönünden ilk ve son ünik uygulama olarak görülüyor. Osmanlı camilerine fikir bazında da olsa esin kaynağı olmuş, doğu-batı sentezinin bir ürünü olan Ayasofya, dünya mimarlık tarihinin günümüze kadar ayakta kalmış en önemli anıtları arasında yer almaktadır.
Bu nedenle, Ayasofya, tarihi geçmişinin yanı sıra, mimarisi, mozaikleri ve Türk çağı yapıları ile yüzyıllar boyunca tüm insanlığın ilgisini çekmiştir. Ayasofya 916 yıl kilise, 481 yıl cami olmuş, 1935'ten bu yana müze olarak tarihi işlevini sürdürmektedir.
İHA
- Nitelik çoğunluk şartı, iltica, göç, polis ve adli konularda işbirliği alanları da dahil olmak üzere 40 politika alanını kapsayacak şekilde genişletildi;
- 2.5 yıllık süre için Avrupa Birliği’ni yönetecek bir Avrupa Birliği Konsey Başkanı;
- Dış Politikada tek sesliliği sağlamak amacıyla Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi;
- Avrupa Parlamentosu üye sayısı azami 750 ile sınırlanacak. Ülke başına en az 6 en fazla 96 üye düşecek;
- 2014 yılı itibariyle Avrupa Birliği Komisyon üyeleri sayısının 27’den 15’e düşürülecek; (Tıkla – 2)
Mevzuat Kuralı | Yetkili organı | Yargısal Denetimi |
Anayasa | TBMM | Anayasa Mahkemesi |
Kanun | TBMM | Anayasa Mahkemesi |
Milletlerarası Anlaşmalar | Bakanlar Kurulu | Anayasa Mahkemesine iptali davası açılamaz. |
KHK | Bakanlar Kurulu | Anayasa Mahkemesi |
Tüzük | Bakanlar Kurulu | Danıştay |
Yönetmelik | Kamu Tüzel Kişileri | Danıştay ya da İdare Mahkemesi |
Not: Normlar Hiyerarşisi
hukukun yazılı kaynaklarında hiçbir kaynağın bir üstündeki yazılı kaynağa aykırı olmaması durumudur. örneğin, ülkemizde bütün kanunlar anayasaya uygun olmak zorundadır. hiyerarşik düzende sıralama;
-anayasa
-kanun=uluslararası ant.=k.h.k
-tüzük
-yönetmelikler
-genelgeler şeklindedir.
Yargısal içtihatlar
idare hukukunda çok önemli bir kaynak vazifesi görürler İçtihat, esas itibarıyla, karar verirken örnek alınan mahkeme kararıdır Hakimler, karar verirken çoğunlukla, zorunlu olmamakla birlikte, önlerindeki davada, yepyeni bir karar vermek, yepyeni bir çözüm bulmak yerine, aynı konuda kendi verdiği eski kararları veya başka mahkemelerin kararlarını örnek alırlar İdare mahkemeleri özellikle, Danıştay kararlarını örnek alırlar Yani Danıştay kararları içtihat oluşturur Aslında Danıştay kararları, içtihadı birleştirme kararları dışında bağlayıcı değildir Bunlara idare mahkemeleri uymak zorunda değildir Ancak, idare mahkemesi hakimleri, verdikleri kararın Danıştay tarafından bozulmasını istemediklerinden genellikle Danıştayın diğer kararlarını (daire ve genel kurul kararlarını) da örnek alırlar Burada tekrar hatırlatalım ki, yargısal içtihatlar, yardımcı kaynaktırlar Bu şu anlama gelir ki, hâkim, isterse, bu içtihatlardan yararlanabilir Bunlar bağlayıcı değildir Hâkim istiyorsa, başka türlü karar verebilir
Milli Koruma Kanunu dönemin ekonomisi sebebiyle Ocak 1940'ta Cumhuriyet Halk Fırkası iktidarının çıkarttığı ve hükümete fiyatları saptamada, ürünlere el koymada, hatta zorunlu çalışma yükümlülüğü getirmede sınırsız yetkiler veren yasa. Devlet müdehaleleri bu yasayla meşruiyet kazanmıştır.
Milli Korunma Kanunu’nun 6.maddesinde yer alan “Halk ve Milli Müdafaa ihtiyaçlarını temine matuf bilumum ticari ve sınai muameleleri ifa etmek ve Hükümet tarafından bu kanundaki salahiyetler dairesinde verilecek diğer işleri görmek üzere İcra Vekilleri Heyeti kararıyla hükmi şahsiyeti haiz müesseseler ihdas olunabilir” hükmüne dayanılarak bazı kurumlar oluşturulmuştur. Petrol Ofisi ve Et ve Balık Kurumu bu kapsamda değerlendirilebilir.
müzakereleri 14 mayıs 1945 ile 11 haziran 1945 arasında sürmüş olan milli şef dönemi iktisat politikalarından biridir bu kanun.
bir ülkenin toprak mülkiyet sisteminin, ülkenin sosyal ve siyasi hayatı üzerinde olduğu kadar ekonomik ve teknik ziraî gelişimi üzerinde çok büyük etkisi olduğunu düşünürsek, mülkiyet yapısının sağlam bir temele oturtulmamasının ülke çapında çeşitli siyasi ve ekonomik krizlere yol açacağını söylemek yanlış olmaz. bu noktada toprağın kendi sahipleri tarafından işletildiği bir sistemden maksimum fayda elde edilebileceğini söyleyebiliriz.
11 haziran 1945 tarihinde kabul edilen çiftçiyi topraklandırma kanunu’nun ana hedefi toprak dağılımında görülen adaletsizlikleri alınacak tedbirlerle önlemek, arazisi olmayan ya da yetmeyen çiftçilere yeter derecede toprak sağlamak olarak belirtilmiştir. 4738 sayılı kanun 8 bölümde toplanmış olan 66 maddeden oluşmaktadır. buna göre toprak sahiplerinin arazilerinin beş bin dönümden fazla olan kısmı kamulaştırılacaktı. hedef yalnızca bu değildi. hükümetin tasarısına baktığımızda daha ayrıntılı projeler görmekteyiz : çiftçi bilgisini arttırmak, çalışma vasıtalarını çoğaltmak, ucuz ve kolay kredi vermek, köylerde daha sıhhi konutlar yapmak gibi hedeflerle kanun, daha geniş kapsamlı bir temele oturtulmuştur. yani kanunun amacı sadece büyük toprak mülkleri parçalamak suretiyle ülkenin toprak mülkiyeti yapısındaki düzensizlikleri ortadan kaldırmak değil, bunun yanı sıra ziraî kalkınmayı sağlayacak gerekli yardımları yapmak ve toprakların sürekli bir şekilde işlenmesini sağlayacak tedbirleri almaktır.
kanunun 7. maddesine göre, kabul edilebilir bir özrü olmaksızın üst üste üç yıl yöresel şartlara göre ekilip biçilmeyen, bakılmayan ve ekonomik bir şekilde değerlendirilmeyen arazi, tarım bakanlığı'nın kararıyla işlenmiyor sayılarak, 14. madde hükmüne dayanarak kamulaştırılabilecektir. bu hüküm mülkiyet hakları bakımından sınırlayıcı bir hüküm gibi görünmekte ise de kanunun amaçlarına tümüyle uygundur.
kanunun 8. madde hükümlerine göre topraksız köylüye dağıtılacak arazinin nitelikleri şu şekilde belirtilmiştir: devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunup kamu işlerinde kullanılmayan araziler, köy ve kasabaların ortak malı olan arazilerin ihtiyaçtan fazla olduğu tarım bakanlığı'nca belirtilen parçaları, sahibi bulunmayan araziler, göllerin kurutulması ve nehirlerin doldurulmasıyla elde edilecek araziler ve son olarak bu kanun hükümlerine göre özel mülklerden kamulaştırılacak araziler. burada özel mülklerin kamulaştırılması politikasının en sonda yer alması dikkat çekmektedir.
kanunun üçüncü bölümünde kamulaştırılacak arazinin tespitinin yapılmasına dair hükümler bulumaktadır. bu bölümün 14.maddesine göre, arazisi olmayan ya da yetmeyen çiftçilere dağıtılmak üzere belirtilen niteliklere sahip araziler, üzerindeki tesisleriyle birlikte tarım bakanlığı'nca kamulaşırılabilmektedir . söz konusu nitelikler ise şunlardır: vakıflar genel müdürlüğü ya da mütevelliler tarafından kullanılmakta olan arazilerin tamamı, özel idare ve belediye'lere ait olup da kamu hizmetlerinde kullanılmayan araziler, gerçek kişilerle özel hukuk tüzel kişilerine ait arazinin beş bin dönümü geçen parçaları, bu kanun yürürlüğe girdikten sonra işletilmeyen araziler.
kanunun 34. maddesi ise kamulaştırılan arazinin öncelikle kimlere verileceğini anlatmaktadır. buna göre; hiç arazisi olmayıp başkalarının arazisinde ortakçılık ya da kiracılık yapanlar, arazisi yetmeyen çiftçiler, hiç arazisi olmayıp, yerleşmiş bulundukları yerde uzun süreden beri tarım işçiliği ile geçinenler, göçebeler, göçmenler ve göçürülenlerden çiftçi olanlar, miras ortaklığından ayrılanlar, tarım, veteriner okullarını ve tarım bakanlığı'nca tanınmış tarım kurslarını bitirenlerden arazisi olmayanlar, önceleri çiftçi olmayıp da, arazi aldığı takdirde çiftçilik yapacaklarına tarım bakanlığı'nca kanaat getirilenler dağıtılan araziden öncelikle pay alacak olanlardır.
çiftçiyi topraklandırma kanunu tek parti döneminin en çok tartışmaya yol açmış konularından bir tanesidir. üstelik cumhuriyet tarihinde siyasal sonuçları itibarıyla önemli gelişmelere sebep olmuş, cumhuriyet halk partisi içinde ve dışında derin çatlaklar yaratmış ve nihayet bu çatlaklar nedeniyle çok partili hayata dönüşte önemli bir itki sağlamıştır. (bkz: yahya tezel) (bkz: cumhuriyet döneminin iktisadi tarihi)
tek parti rejiminin neden bir toprak reformunu gündeme getirdiğine ilişkin en yaygın ve popüler açıklama sol-kemalistlerinkidir. özellikle doğan avcıoğlu'nun ortaya koyduğu üzere, toprak reformu chp içindeki sol ve radikal kanadın büyük toprak ağalarına karşı küçük ve yoksul köylülüğün iktisadi durumunu düzeltme, bu yolla onları yanına alma girişimidir.
ancak bu girişimin başarısızlığı, bu sol ve radikal tabir edilen kanadın, parti içindeki ve dışındaki güçlü ağa, tüccar ve esnafın karşısında güçsüz kalmasıyla açıklanır. bir başka açıklama dönemin siyasetçilerinden adnan menderes, iktisatçılarından ömer celâl sarç, ve son yazdıklarıyla niyazi berkes'e aittir. onlara göre çiftçiyi topraklandırma kanunu nazi almanya'sındaki kırsal mobilitenin önünü tıkayan erbhof yasasının kopya edilmesinden ibaretti. bu niteliğiyle de reform aslında "gerici" bir atılım olarak görüldü. iktisat tarihçilerinden şevket pamuk ve çağlar keyder'e göre ise kanun, iktisadi olmaktan çok siyasi kaygılarla hazırlanmış bir kanundu. amacı yeni ortaya çıkan ve içerisinde çok sayıda büyük toprak sahibinin yer aldığı muhalefeti köşeye sıkıştırmaktı.
sonuç olarak çiftçiyi topraklandırma kanunu’nun yukarıda saydığımız görünen hedeflerinin dışında perde arkasında saklanan amaçlara da hizmet etmeyi hedeflemişti. ikinci dünya savaşında orta ve yoksul köylünün iktisadi durumu uygulanan devlet politikalarından dolayı feci şekilde bozulmuştu ; dolayısıyla yoksul köylüye bir toprak dağıtımıyla küskün olan bu kesim tekrar chp’ye yönelebilirdi. zengin toprak ağalarından alıp fakir köylüye vermek isteyen tek parti yönetimi beklenilenden çok daha sert bir muhalefetle karşılaştı ve sonunda kanun toprak ağalarının karşı çıkmayacağı bir hale getirildi.
Türk kadınlarının Millî Mücadele’ye büyük kararlılıkla katılışını gösteren en önemli olay, merkezi Sivas’ta olmak üzere “Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti”nin kuruluşudur. Bu cemiyet Sivas Valisi Reşit Paşa’nın eşi Melek Reşit Hanım ve arkadaşları tarafından Sivas’ta kurulmuş, kısa sürede Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde Merkez’e bağlı birçok şubeleri açılmıştır. Düşman işgallerini büyük bir hassasiyet ve dikkatle izleyerek itilâf Devletleri ve İstanbul Hükûmeti’ne karşı zaman zaman protestonameler yayımlayan, Millî Orduya para ve mal yardımı kampanyaları açan, Millî Mücadele için Anadolu’ya geçenlere kutlama mesajları gönderen bu cemiyet Kurtuluş Savaşı boyunca Türk kadınlığının iftihar edeceği büyük hizmetler görmüştür. Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti, hizmetleri esnasında daimî surette Heyet-i Temsiliye ve Ankara Hükümeti ile ilişkilerini sürdürmüş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük takdirini kazanmıştır.
Mülkiye mektebi ya da Mekteb-i Mülkiye veya kısaca Mülkiye Siyasal Bilgiler Fakültesinin eski adıdır. Asker olmayan memur sınıfını yetiştirme amacıyla açılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde ilk Mekteb-i Mülkiye, kaymakam, müdür gibi devletin idârî kademelerinde görev alacak kimseleri yetiştirmek maksadıyla, 28 Ocak 1856 da kurulmuştur. Öğrenim süresi iki yıl olan okula, öğrenciler imtihânla alınırdı. Öğretim programlarında kültür ve meslek dersleri, yâni kânunlar ve iktisat dersleri de konulmuştur. Bir müddet sonra okulun öğrenim süresi dört yıla çıkarıldı. Coğrafya, hesap, ekonomi ve politika derslerine ilâve olarak muhasebe, devletler hukûku ve Fransızca öğretilmeye başlandı. 1891'de okulun öğretim seviyesi biraz daha iyileştirildi.
Sultan II. Abdülhamit talebeleri çalışmaya teşvik etmek için, Mekteb-i Mülkiyeyi birincilikle bitireni saraya kâtip olarak alırdı.
1900 yılında, Mülkiye'nin çatısı altında Dârül-fünûnun İlahiyat, Edebiyat, Riyâziyât (Matematik), Tabakat (Jeoloji) şûbeleri (fakülteleri) açıldı. Bu düzenleme ile Mülkiye, Dârülfünûnun bir fakültesi durumuna geldi. 1915'e kadar yatılı olan okul, bu tarihten 1918'e kadar yatılı olmaktan çıkarıldı ise de, kuruluş gayesiyle bağdaşmadığından 1918'de tekrar yatılı hâle getirildi.
Dar-ül Fünun veya Darülfünun, (Arapça: دار الفنون), Arapçada Dar : ev , yurt Fünun : Fenin çoğulu fenler manasındadır "üniversite" anlamında kullanılan sözcüktür . Avrupa üniversiteleri tarzında kurulan Darülfünun-ı Şahane veya İstanbul Darülfünunu 1900'da II. Abdülhamit'in iradesiyle kuruldu. 1933 reformuyla İstanbul Üniversitesi'ne dönüştürüldü.
Konu başlıkları |
Kuruluşu
Osmanlı İmparatorluğunda rüştiye (ortaokul) üstünde "tüm ilim ve fenleri kapsamak üzere yatılı ve gündüzlü" bir darülfünun inşaına 1848'de karar verildi. Ertesi yıl açılan Darülfünun, öğrenci ve öğretmen yetersizliğinden kapandı.1870'de Âli Paşa'nın sadrazamlığı ve Safvet Paşa'nın Maarif Nezareti döneminde yeni Darülfünun açıldı. Rektörlüğe Hoca Tahsin Efendi, bellibaşlı profesörlüklere Cemaleddin Efgani ve Aristoklis Efendi tayin edildi. Bu okul da ertesi yıl Cemaleddin Afgani'nin bazı görüşlerinin doğurduğu şiddetli tepkiler yüzünden kapatıldı.
Kalıcı olan üçüncü Darülfünun 1 Ağustos 1900'da II. Abdülhamit'in fermanıyla açıldı. 1866'da kurulan Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane (Tıp Fakültesi) ve 1880'de kurulan Hukuk Mektebi (Hukuk Fakültesi) Darülfünun'a katıldı. Ek olarak Ulum-ı Riyaziye ve Tabiiye (Fen ve Matematik Bilimleri Fakültesi), Edebiyat Fakültesi ve İlahiyat Fakültesi kuruldu.
II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet Dönemi
Abdülhamit döneminde yakın siyasi gözetim altında tutulan Darülfünun, 1908 Devrimi'nden sonra gelişti. Araştırma enstitüleri, doktora programları ve bilimsel yayınlar, kurumun bir "yüksek okul" kimliğinden çıkarak gerçek bir üniversiteye dönüşmeye başladığını haber verdi. 1908 öncesi 600 dolayında olan öğrenci sayısı 1913-14 ders yılında 4600 dolayına çıktı. 1912'de Darülfünun Senatosu kuruldu. 1913-14'ten itibaren öğretim kadrosuna yabancı profesörler katıldı.1914'te Darülfünun-ı İnas (Kızlar Üniversitesi) kuruldu, ancak 1920'de kız öğrencilerin sınıfları boykot etmeleri üzerine bu kuruluş Darülfünun'la birleştirildi ve kız öğrencilerin erkeklerle birlikte üniversite eğitimi görmesi sağlandı. 1922'de Tıp Fakültesinin kız öğrenci kabul etmesiyle birlikte, İlahiyat dışındaki tüm fakültelerde karma eğitim gerçekleşti.
Mütareke yıllarında üniversite gençliği, Milli harekete destek verdi. 1922'de üç ay süren talebe direnişi sonucunda, öğretim kadrosundaki anti-Kemalist beş üye istifa etmek zorunda bırakıldı. Boykotlar, gösteriler ve bildiriler, bu yıllarda üniversite yaşamının rutin tezahürleri olarak boy gösterdi.
Atatürk'ün 1920'ler boyunca Darülfünun hakkında ifade ettiği görüşler olumlu ve övücüdür. Örneğin 1924'te kurumun "memleketin ilim ve medeniyette layık olduğu mevkie ulaşması hususundaki şuurlu fiiliyat ve irşadatı,"[1] 1925'te "milli ve vatani meselelerde gösterdiği yüksek idrak ve hassasiyet"[2] övüldü. Aynı yıl "münevver gençliğin teceddüt ve terakki yolunda gösterdiği alaka ve hassasiyet" dolayısıyla Gazi, rektöre bir teşekkür telgrafı gönderdi.[3] 16.12.1930'da Darülfünun'u ziyareti dolayısıyla İstanbul basınında yayınlanan mesajında Gazi, "İstanbul Darülfünununda yüksek profesörler ve kıymetli gençlerle yakından tanışmaktan çok memnun oldum. İlim timsali olan bu yüksek müessesenin büyük hizmetleriyle iftihar edeceğimize şüphe yoktur" görüşünü belirtti.[4]
Kapatılışı
1932'de resmen ilan edilen Türk Dil ve Tarih Tezleri karşısında üniversitenin gösterdiği kuşkucu tutum, Darülfünun'un sonunu getiren başlıca etken olmuştur. Prof. İlhan Başgöz'ün deyimiyle,"I. Türk Tarih Kongresi'nde İstanbul Darülfünunundan bazı öğretmenler resmi dil ve tarih görüşlerini eleştirmek cesaretini gösterirler. Mustafa Kemal'in öz ilgi ve desteği ile yürütülen ve hükümetin kültür politikası halini alan bu iki görüşün Üniversitede destek bulamaması bir yana, bir de eleştirilmesi Ankara'da şiddetli tepki yaratır."[5]Kongreden iki ay sonra, eski İstiklal Mahkemesi hakimi Dr. Reşit Galip maarif vekili tayin edilerek, üniversiteye çeki düzen vermekle görevlendirildi. Daha önce İsviçreli eğitimci Albert Malche ülkeye çağrılarak, Darülfünun'un aksayan yönlerini eleştiren bir rapor yazması sağlanmıştı. 1933 Temmuzunda çıkarılan bir kanunla Darülfünun lağvedildi ve yerine aynı gün İstanbul Üniversitesi kuruldu. Darülfünun'un toplam 114 müderris (ordinaryus profesör) ve muallimine (profesör) karşılık, yeni üniversite öğretim hayatına 78 profesör ve ordinaryus profesörle başladı. Bu sayının 65'i Türkiye'ye yeni gelen ecnebi öğretim üyeleri idi. Eski kadrodan 100 kadarı emekliye sevkedildi.
Dr. Reşit Galip, üniversitenin açılış konuşmasında Darülfünun'un kapatılma nedenlerini açıklarken, ağırlığı bu kurumun "siyasi, içtimai büyük inkılaplar karşısında bîtaraf bir müşahit [tarafsız bir gözlemci] olarak kalmasına" verdi; yeni üniversitenin en esaslı niteliğinin "milliyetçilik ve inkılapçılık" olacağını belirtti.
Maarif Vekilinin 12.9.1933 tarihli Milliyet'te yer alan tebliğine göre atamalarda "ilimden ziyade idealistlik ön planda tutulmuş"tu.
Yeni düzenleme ile üniversitenin idari ve mali bağımsızlığı kaldırılarak, üniversite yöneticileri ile profesör ve doçentleri tayin ve azil yetkileri Maarif Vekaletine verildi. Bakanlık, siyasi kontrolü, profesörlerden derse devam cetvelleri isteyecek kadar sıkı tuttu. Başgöz-Wilson'ın deyimiyle,
"üniversitenin cumhuriyet devri boyunca serbest eleştiri ve kontrol ödevini yerine getirememesinde öğretim üyelerinin şahsi kusurları ve bilgi seviyeleri ile birlikte, bu ağır siyasi kontrolun da rolü olduğu açıktır."[6]
Bakınız
Kaynakça
1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi
1869 Maarif-i Umûmiye Nizamnâmesi, Osmanlı Devleti'nin İdadi Mektebi adıyla, rüştiyelerden sonra gelen bir orta öğretim kurumu kurulmasını öngördüğü yasa.Maaarif Nazırı Saffet Paşa tarafından 1869 yılındaDevlet-i Aliye-i Osmaniye denilen Osmanlı Devletinde orijinal adıyla Nezaret-i Celile-i Maarif-i Umumiye veya kısa adıyla Maarif Nazırlığında yani Osmanlı Milli Eğitim Bakanlığıda yapılan değişiklikle klasik Osmanlı medrese eğitiminden vazgeçilerek ilk kez yeni bir eğitim nizamnamesi hazırlanmıştır. Bu nizamname ile idadilerin öğrenim süresi üç yıl olarak kabul edilmiştir. 1876 yılına kadar taşrada bir İstanbul’da dört veya beş civarında İ'dadi açılabilmiştir.
Maarif Nezareti
Osmanlı Devleti'nde eğitim kuruluşlarını yönetmek üzere meydana getirilmiş bir teşkilattır. Tanzimat Fermanı'nın ilan edildiği (1839) tarihe kadar bu görevi Evkaf nezareti yürütmekteydi. Osmanlılarda eğitimle ilgili kuruluşlar şunlardır: Meclis-i Umur-ı Nafia, Dar-ı Şura-yı Babıali ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye. Bunlardan başka 1838 yılında açılan rüştiye mekteplerinin idaresine bakmak üzere Mekatib-i Rüştiye nezareti kuruldu. Daha sonra sıbyan mekteplerini düzene koymak, aynı zamanda rüştiye mekteplerinin sayısını arttırarak buralarda da öğrenimi düzene koymak ve bir Darü'l-fünun açmak amacıyla geçici bir "Maarif Meclisi" kuruldu. Bu meclisin adı "Meclis-i Maarif-i Umumiye" olarak değiştirildi (1841) ve doğrudan doğruya sadrazama bağlandı. Devlet teşkilatında yapılacak ıslahat hakkındaki 18 Şubat 1856 tarihli fermanla, kabineye giren bir kimsenin başında bulunacağı Maarif-i Umumiye Nezareti kuruldu (17 Mart 1857). Tıbbiye Mektebi dışında kalan bütün okullar yeni kurulan bu nezarete bağlandı. Ders kitaplarının yabancı dillerden Türkçe'ye çevrilmesi usulünün benimsenmesi ile nazıra, danışma yönünden yardımcı olacak bir meclisin kurulmasına karar verildi (1860). Yayınlanan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile Maarif Nezareti güçlendirildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi hükumetinin kurulmasıyla (4 Mayıs 1920) Türkiye'deki iki maarif teşkilatı birlikte çalıştı. Biri İstanbul'da Maarif nezareti, diğeri de Ankara'da Maarif vekaleti idi
OSMANLILARDA TOPRAK SİSTEM
A) MİRî ARAZİ B)- MÜLK ARAZİ C)-VAKIF ARAZİ
1)Havass-ı Hümayun toprakları
2)Pasmaklık toprakları 1)- Ösür Topraklar
3)Malikâne toprakları 2)- Haraci Topraklar
4)Yurtluk ve Ocaklık Toprakları
5)Dirlik Toprakları
a)Has
b)Zeamet
c)Tımar
A)MİRî ARAZİ: Mülkiyeti devlete ait olan topraklardır. Mirî toprakların baslıcaları sunlardır:
1)Havass-ı Hümayun Toprakları: Gelirleri doğrudan doğruya devlet hazinesine giren topraklar olup, mukataa ve iltizam yoluyla yönetilirdi.
2)Pasmaklık toprakları: Gelirleri padisah kızlarına ve ailelerin bırakılan topraklardı.
3)Malikâne toprakları: Devlet adamlarına hizmetleri karsılığı mülk olarak verilen topraklardı.
4)Yurtluk ve Ocaklık Toprakları: Fetih sırasında bazı kumandanlara, hizmetlerine karsılık olmak üzere verilen topraklardır.
5)Dirlik (Tımar)Toprakları: Vergi geliri, devlet adamlarına ve askerlere hizmet veya maas karsılığı verilen topraklardır. Dirlik sahibi, toplanan verginin maas olarak ayrılan "Kılıç hakkı" olarak ayrılan bölümünden geriye kalanla CEBELÜ denilen tam teçhiatlı asker yetistirirdi.
Dirlik topraklar üçe ayrılırdı: a)- Has b)- Zeamet c)- Tımar
B)MÜLK ARAZİ: Mülkiyeti kisilere ait topraklardır. İki bölümde incelenebilir:
1)Ösriyye (ösür topraklar): Bu topraklar, fethedildiği zaman MÜSLÜMANLARA verilmis veya fethedildiğinde müslümanlara ait olan topraklardır. Bu gibi topraklar sahiplerinin malı olup, dilediği gibi kullanırlar, satabilirler, vakfe debilirler yada çocuklarına miras olarak bırakabilirlerdi. Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak ÇİFT RESMİ, ürün vergisi olarak da "ÖSÜR" vergisini verirlerdi.
2)Haraciye (Haracî topraklar): Bu topraklar bir yerin fethinden sonra GAYRî MÜSLİM halkın elinde bırakılan,onlara mülk olarak verilen topraklardır. Sahipleri, dilediği gibi kullanırlar,satabilirler, vakfedebilirler yada çocuklarına miras olarak bırakabilirlerdi. Bu toprakların sahipleri arazi vergisi olarak HARAC-I MUVAZZAF ürün vergisi olarak da HARAC-I MUKASSEM vergisini verirlerdi.
C)VAKIF ARAZİ: Gelirleri kisiler ya da devlet tarafından hayır kurumlarına bırakılan topraklardı.
TOPRAK SİSTEMİNDE MEYDANA GELEN DEĞİSMELER:
1)Tımar sisteminin bozulmasıyla, "Dirlik topraklar" MİRî MUKATAA'ya çevrilerek, yani gelirleri hazineye devredilerek, pesin alınan bir bedel karsılığı üç yıllığına "İltizam"a verilmeye baslandı.
NOT: Mültezîm denen iltizam sahipleri daha fazla vergi toplamak için halka baskı yapmıslardır. Bu durum "Celali isyanlarına" veya vergisini ödeyemeyen köylünün toprağını terk ederek büyük sehirlere göç etmesine neden olmustur.
2)Devletin artan masraflarının karsılanması için Mukataalar mültezîmlere üç yıllık dönemler için değil, ömür boyu verilmeye baslandı. Bu sisteme MALİKANE USULÜ denilir. (1695'te)
3)"Malikane usulüyle" sağlanan gelirlerde yetmeyince, bu defa Mukataaların yıllık kârları paylara ayrılarak satılmaya basladı. Bu usule de ESHAM USULÜ denilmistir. (1775)
4)Tımar ve zeâmet sistemi II.Mahmut zamanında kaldırılarak basta valiler olmak üzere devlet memurları memurları maasa bağlanmıstır.
5)1854'te "Arazi kanunnamesi" ile MÜLKİYET sistemine geçilerek, uzun süre bir toprağı kullananlar o toprağın sahibi olmuslardır. (Zilliyet)
6)1858'de çıkarılan bir baska "arazi kanunu" ile tarım ürünlerinden alınan çesitli vergiler kaldırılarak, tek vergi olarak "ASAR" vergisi yürürlükte tutuldu.
AYAN VE ESRAF: Sehirlerin, köylerin, asiretlerin ileri gelenlerine "Ayân ve esraf" denilirdi. Bu kisiler bulundukları yerlerde en etkili ve zengin kisilerdi.
AYAN VE ESRAFIN GÜÇLENMESİNİN SEBEPLERİ:
1- Tımar topraklarının mukataaya çevrilmesiyle, bu toprakları iltizama alanlar genellikle "Ayânlar" oldu. Böylelikle Dirlik sahiplerinin haklarına sahip olan âyânlar bulundukları yerleri yönetmeye basladılar.
2)-Merkez teskilatını bozulmasıyla "beylerbeyi" veya "sancak beyi" olarak atananlar makamlarına
gitmeyerek o eyalet yada sancaktaki âyânı MÜTESELLİM (vekil) olarak görevlendirmistir. Ayanlar
böylelikle devlet gücünün temsilcisi durumuna gelince daha da güçlenmislerdir.
NOT: II. Mahmut döneminde âyânlarla padisah arasında SENED-İ İTTİFAK diye bir belge imzala/////
anlasma yoluna gitmistir. (1808)
OSMANLI EKONOMİSİNDE TARIM
Osmanlı ekonomisinin en önemli sektörü tarımdır. 17. yüzyılın baslarına kadar Osmanlı devleti tarım ürünleri bakımından kendine yeten bir ülkeydi. Ancak, zaman zaman karsılasılan kuraklık, sel, isyanlar, göçler,ve tımar sisteminin bozulması üretim kayıplarına neden olmustur. Özellikle hububat, bağ-bahçe ziraâti ön plandayken, 18. yüzyıldan itibaren Avrupa'da sanayinin gelismesi doğrultusunda tütün, pamuk gibi sanayi bitkilerinin üretimi önem kazanmıstır. Ayrıca Avrupa'nın tarım ürünü ihtiyacı artınca Osmanlı Devletinde GEÇİMLİLİK düzeyde üretimden PAZAR EKONOMİSİ'nin ihtiyaçlarını karsılayacak bir üretim düzeyine gelinmistir.
OSMANLI EKONOMİSİNDE HAYVANCILIK
Hayvancılığın Osmanlı ekonomisine katkıları sunlardı:
1)Tarım alanında : Toprakları ekmek için öküz, manda gibi hayvanlardan yararlanılıyordu.
2)Gıda alanında : Etinden yağından,sütünden yararlanılıyordu.
3)Sanayi alanında:Yünü ve derisi giyim, dokuma ve ayakkabı üretiminde h///adde olarak kullanılıyordu.
4)Ulasım alanında: At,katır ,esek gibi hayvanlar tasıma ve ulastırmada kullanılıyordu.
5)Maliye alanında: Hayvanlardan ve hayvansal ürünlerden alınan vergiler devletin baslıca gelir kaynaklarını olusturuyordu.
OSMANLI EKONOMİSİNDE MADENCİLİK
Osmanlı devleti'nde madenler iltizam olarak dağıtılırdı. Çıkartılan madenlerin çoğu ülke içinde
islenemediğinden dısarıya ihraç edilirdi.
NOT: Osmanlılarda ilk madenin isletilmesi Osman Bey zamanındadır. Bilecik'in fethi ile buradaki demir madeni isletilmistir.
OSMANLI EKONOMİSİNDE SANAYİ
Osmanlı Devletinde sanayi kesimi esnaf birlikleri(Lonca) halinde teskilatlanmıstı.Esnafın üretimi elemeği -göznuruna dayanıyordu. Bu mevcut sanayi öncesi üretim baslangıçta ülke ihtiyaçlarını karsılıyordu. Ankara'da sof, Bursa'da İpekçilik, Selanik'te çuhacılık, Bulgaristan'da aba Kayseri,Manisa ve Tokat'ta dericilik(debbağlık) yaygındı. Ayrıca Osmanlı Devletinde savas araç ve gereçlerini üretmek için fabrika ve imalathaneler de kurulmustu.
Bunlar:
Tersane (Gemi yapım yeri): ilk büyük Osmanlı tersanesi Yıldırım Bayezıt tarafından Gelibolu'da yapıldı. Daha sonraki dönemlerde İstanbul, Sİnop,İzmit, Süveys, Basra gibi sahillerde baska tersaneler de kuruldu.
Tophane: İstanbul'un fethinden önce Edirne ve Bursa'da, fetihten sonra da İstanbul'da top döküm
tesisleri kuruldu.
Baruthane: İlk baruthane Gelibolu'da kuruldu.
AVRUPADAKİ EKONOMİK GELİSMELERİN OSMANLI SANAYİİNE ETKİLERİ:
1)Coğrafi kesiflerle zenginlesen Avrupalılar; artan tüketim eğilimlerini, elde ettikleri altın ve gümüsle Osmanlı pazarlarından karsılayınca esnaf h///adde bulmakta zorlandı.
2)Sanayii inkılâbı sonucu bol ve ucuz, üstelik kapitülasyonlar nedeniyle düsük gümrüklü Avrupa mallarıyla Osmanlı esnafı rekabet edemedi.
NOT: Esnafı zorlayan baska bir konuda sehirlere göç eden köylünün,maasları alan yeniçerilerin ve diğer grupların esnaflığı yeni bir geçim yolu olarak görmesiydi. Bu durum esnaf teskilatlarının disiplinli yapısını bozmus, artan esnaf sayısı geçimlerini iyice zorlastırmıstır.
OSMANLI DEVLETİNİN SANAYİİYİ GELİSTİRMEK İÇİN ALDIĞI TEDBİRLER:
1)Sanayi h///addelerinin ihracını yasaklamıstır.
2)Gelismis teknolojiyle yeni imalathaneler açmıstır.
3)Islah-ı Sanayii Komisyonu kurarak, esnaf birliklerini canlandırmaya ve onları sirketlesmeye çalısmıstır.
Osmanlı Devleti Tanzimat fermanıyla ülkenin kalkınması için yabancı sermayeden yararlanacağını açıklamıstı. Bu yolla Osmanlı ülkesinde haberlesme ve ulasımı gelistiren adımlar atılmıstır. Kırım savası sırasında ilk defa TELGRAF hattı dösenmistir. Yine yeni bir teknoloji olan "demiryolu" Osmanlı ülkesine girmistir. Verilen imtiyazlarla İngilizler Batı Anadolu hattını, Almanlarda Bağdat Demiryolunu insa etmislerdir.
Zengin jeotermal potansiyelimizin tamamının harekete geçirilmesi halinde, entegre kullanımlarla birlikte;
• 1000 Mwe (yılda 8 milyar Kwh elektrik (3.000.000 konutun ihtiyacına denktir) (Net 800 milyon $ gelir)
• 500.000 konut eşdeğeri ısıtma (Yılda 1 milyar m3 doğalgaz ithali önlenmiş olacaktır. Yılda 400 milyon $ döviz tasarruf),
• 30.000 dönüm sera ısıtması;
30.000 kişiye istihdam,
600 milyon ABD Doları net gelir sağlanacaktır.
• 400 adet termal tesis;
1.000.000 yatak kapasitesi,
250.000 kişiye istihdam,
5 Milyar ABD Doları net gelir .
------------------------------------------------------------------------------
Termal : 31.500 MWt
Termal : 4000 MWt
Jeotermal Saha | Kurulu Güç | Sıcaklık | İşletme Durumu | Lisans Alan Şirket |
Denizli-Kızıldere | 15 MWe | 242 | İşletmede | Zorlu Enerji A.Ş. |
Aydın-Sultanhisar (Dora-1) | 7.95 MWe | 162 | İşletmede | Menderes Jeotermal Elektrik Üretim A.Ş. |
Aydın-Sultanhisar (Dora-2) | 9.5 MWe | 162 | İnşa halinde | Menderes Jeotermal Elektrik Üretim A.Ş. tarafından lisans alınmıştır. |
Aydın-Germencik | 47.4 MWe | 232 | İşletmede | Gürmat Elektrik Üretim A.Ş. tarafından lisans alınmıştır. |
Çanakkale-Tuzla | 7.5 MWe | 174 | İnşa halinde | Tuzla Üretim A.Ş. tarafından lisans alınmıştır. |
Denizli-Kızıldere (Kızıldere Jeotermal sahasının atığı olan sudan) | 6.85 MWe | 140 | İşletmede | Bereket Jeotermal Enerji Üretim A.Ş. |
Kaynak:http://www.eie.gov.tr
Türkiye'nin Birleşmiş Milletler (BM) Barış Güçlerine Katkı ve Yaklaşımları
|
| |
Türkiye, Asya ve Avrupa arasında çok önemli bir geçiş yolu üzerinde durduğu, tarih boyunca bir çok uygarlığa ev sahipliği yaptığı ve bir çok savaşlar gördüğü için tarihi eserler yönünden çok zengin bir ülkedir. Türkiye'de tam 9 adet dünya mirası bulunup bunlardan ikisi karma, diğerleri ise kültürel özellikleri yönünden listeye alınmıştır. Ancak Türkiye topraklarının bu öneminin de düşünürsek Türkiye için bu çok az bir sayıdır. İşte Türkiye'deki dünya mirasları
Kapadokya ve Göreme Milli Parkı( Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri illerine yayılmış bir bölgedir) (1985) [1]
Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası(Sivas) (1985) [2]
İstanbul'daki Tarihi Yerler (1985) [3]
Hattuşaş: Hitit Başkenti(Çorum) (1986) [4]
Nemrut Dağı(Adıyaman) (1987) [5]
Pamukkale ve Hierapolis Milli Parkı(Denizli) (1988) [6]
Ksantos-Letoon(Muğla Fethiye) (1988) [7]
Tarihi Safranbolu Şehri(Karabük) (1994) [8]
Truva Antik Kenti (Çanakkale)(1998) [9]
Dünya Miras Adayları
Efes(İzmir) (1994) [10]
Karain Mağarası(Antalya) (1994) [11]
Sümela Manastırı(Trabzon) (2000) [12]
Alahan Manastırı(Mersin Mut) (2000) [13]
St. Nicholas Kilisesi(Noel Baba),(Muğla Fethiye) (2000) [14]
Ahlat'taki Selçuklu Mezartaşları,Kümbetleri ve Osmanlı Kalesi(Bitlis) (2000) [15]*
Harran ve Şanlıurfa (2000) [16]
Diyarbakır Kalesi ve Surları (2000) [17]
Denizli-Doğubeyazıt Arasındaki Selçuklu Kervansarayları (2000) [18]
Konya:Selçuklu Başkenti (2000) [19]
Alanya (2000) [20]
Mardin Kültürel Peyzajı (2000) [21]
Bursa ve Cumalıkızık'taki Erken Osmanlı Dönemi Yerleşimi (2000) [22]
Selimiye Camii, Edirne (2000) [23]
St. Paul Kilisesi, Çeşmesi ve Çevresindeki Tarihi Yerler (2000) [24]
İshak Paşa Sarayı(Ağrı) (2000) [25]
Kekova (Antalya'ya bağlı bir ada) (2000) [26]
Güllük Dağı-Termessos Milli Parkı(Antalya) (2000) [27]
Afrodisias Antik Kenti (Aydın)(2009) [28]
Antik Likya Yerleşimleri (2009) [29]
Sagalassos Antik Kenti (Antalya) (2009) [30]
Çatalhöyük Taş Devri Yarleşimi(Konya) (2009) [31]
Perge Antik Kenti (Antalya) (2009) [32]
Bu taktikler başarı getirir!
- İlk doğru gördüğüm cevabı işaretliyorum.
- Uzun soruları hiç okumuyorum. Uzun sorular hep zormuş gibi geliyor.
- Sınava kendinizi en iyi hissettiğiniz dersten başlayın. Bu başlangıçtaki kaygınızı azaltacaktır.
- Soruları doğru okuyun, sizden neyin istendiğini iyice anlamadan soruyu çözmeye kalkmayın.
- Seçenekleri incelerken eleme tekniğini kullanın (bu kesin değil, bu olamaz şeklinde eleyerek en aza indirgeyin.)
- Cevaplarınızı optik forma hemen geçirin. Bu taktik kaydırma yapmanızı engeller.
- Bir soruda belli bir süre geçtikten sonra, hala çözemediyseniz başka soruya geçmeniz gerekir. Zaten zor ve kolay sorunun puan getirisi aynı olduğundan zaman kaybetmenize gerek yoktur.
SORUNUN NİTELİĞİ ZORLUK DERECESİ
Çok kolay %10
Kolay %20
Normal %40
Zor %20
Çok zor %10
- Bir testteki kolay, çok kolay ve normal soruları birinci turda çözerek; diğerlerini (zor ve çok zor soruları) ikinci tura bırakmaya turlama tekniği denir. Sınavlarda bu tekniği kullanmak başarınızı önemli derecede artıracaktır.
- Öncelikle uyku düzeninin sağlanması en önemli unsurdur. Uyku düzenini sağlayan ve sabahları dinç ve zinde kalkan bir adayın sınav günü enerjisi yüksek olacak, sınavın hissettirdiği stres ve heyecanı daha rahat bir şekilde kontrol edebilecektir.